Ankara Eczacı Odası
Yayın Organı

Gündüzleri Seyranlık, Geceleri Gerdanlık: MARDİN Nesrin ÖZARSLAN / Eczacı

Binlerce yıl boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bu şehirde, farklı kültür ve farklı dinlere sahip insanlar bir arada çok güzel bir uyum içinde yaşıyorlar.

Çok uzun zamandır görmek istediğim bu tarihi zengin şehri Ankara Eczacı Odası Sosyal Komisyonunun 1-4 Kasım 2013 tarihinde düzenlediği gezi sayesinde nihayet görüp gezebildim. Öyle güzel bir gezi oldu ki, böyle yerleri grup halinde gezmek çok daha keyifli ve bence Mardin herkesin en az bir kere görmesi gereken bir ilimiz.

İpek yolu üzerinde olması nedeniyle kervansaray ve hanların bulunduğu bu şehir aynı zamanda her biri ayrı bir sanat eseri olan camiler, kiliseler, türbeler ve manastırlar barındırmakta. Bunların içinde Mor Gabriel Manastırı Kudüs’teki manastırdan sonra dünyanın ikinci büyük manastırı ve halen içinde 3 rahip, 14 rahibe ile birlikte toplam 60 kişi yaşıyor.

Gezimizin birinci günü Deyrul Zafaran Manastırı ziyaretiyle başladı. 5. yüzyılda inşa edilen çok güzel mimariye sahip ve Mardin ovasına hakim muhteşem bir manzarası olan manastır, adını etrafında yetişen safran bitkisinden almış. Anadolu’ya ilk matbaa, manastırın patriği Petrus tarafından 1876 yılında İngiltere’den getirilmiş ve halen sergilenmekte. Süryaniler tarih boyunca burada din eğitimi alırlarken, yasaklanmış olması nedeniyle burada artık yalnızca öğrenciler dil eğitimi alıyorlar.

Hemen ardından gezdiğimiz Süryani Kadim Kırklar Kilisesi, Pers imparatorluğu sınırları içerisinde yer alan Asur emiri Senharib’in çocukları Benham ile Saro’nun hıristiyanlığı benimsemeleri üzerine babaları tarafından öldürüldükten sonra bu çocuklar adına 6. yüzyılda inşa edilmiş. 12. yüzyılda Kırklar Kilisesi isminin verilme nedeni ise 3. yüzyılın ortalarında Kapadokya’da hıristiyanlığı kabul eden 40 kişinin Roma imparatoru tarafından Sivas’a taşınıp bir buz göletine atılarak katledilmesinden kaynaklanmış.

Mardin’e gidince Mardin müzesini gezmeden olmaz. Şehrin merkezinde olması nedeniyle müze ziyaretinin ardından hepimiz çil yavrusu gibi dağılarak alışveriş yapmaya başladık. Gümüşler, kahveler, badem şekerleri ve giderseniz kesinlikle almanızı tavsiye edeceğim cevizli sucuklar alındı. Bu arada Mardin’e giden olursa sipariş verebilirim çünkü benim getirdiklerim çok kısa sürede tükendi. Bir kere çok taze, şekeri çok az, şeker hastaları bile abartmamak şartıyla yiyebilir. En güzeli de cevizler yarım yarım aralıksız sıralanarak üzeri ince bir tabaka halinde kaplanmış.

Gümüş deyince; Mardin, telkari ile meşhur ve gerçekten tel haline getirdikleri gümüşleri o kadar güzel işlemişler ki hangisini seçeceğinize güçlükle karar veriyorsunuz. Birbirinden güzel takılar zevkli işçiliklerinin yanı sıra çok uygun fiyatlara satılıyor.

Akşam yemeğinde işletmeciliğini Mardinli bir hanımın yaptığı şık bir lokantaya gittik. Ben şimdiye kadar sıra gecesi eğlencesinin sadece Urfa yöresine ait olduğunu düşünürdüm. Gördüm ki Mardin’de de bu iş çok güzel yapılıyormuş. Sıra gecesi müzisyenlerinin muhteşem müziği ve türküleri eşliğinde yöresel yemekler ikram edildi. Duvarlardaki resimlere baktığımızda yurtiçi ve yurtdışı bir çok ünlünün lokantada çekilmiş resimlerini gördük. Hatta bunlardan biri ve en ilginç olanı da İngiltere prensi Charles’ın resmiydi.

Gezimizin ikinci günü Mardin Kalesi ziyaretiyle başladı. Kale ziyaretçilere kapalı olmasına rağmen Mardin Eczacı Odası Başkanının girişimleriyle bizim için izin alındı ve bu sayede kaleyi gezebildik. Buradan tüm grup adına Başkana teşekkürlerimizi gönderiyorum. Bu duruma en çok sevinen de rehberimizdi, yıllardır burada rehberlik yapmasına rağmen o da ilk defa kaleye çıkıyormuş. Kaleden Mardin manzarası anlatılacak gibi değil, tek kelimeyle muhteşemdi. Deniz görünümlü Mezopotamya ovası ayaklarınızın dibinde, bir tarafta eski diğer tarafta yeni Mardin ve yukarıdan her şey görülebiliyor. Yine kalenin içinde Hızır Aleyhuselam Camii (Kale Camii) bulunmakta.

Kaleden sonra otobüsümüzle Dara’ya doğru yola çıktık. İşte yine eşi benzeri olmayan ve mutlakagörülmesi gereken bir yer. Dara’daki Necropol Alanı ve kilise 6. Yüzyılda mezarların kayalara oyulması suretiyle ortaya çıkmış. Oldukça büyük ve çok katlı örnekleri bulunan kaya mezarlar Roma/Bizans imparatorluğunun hıristiyanlığa geçiş dönemini yansıtıyor. Buradaki kiliseler ise bazı büyük mezar odaları ibadethaneye dönüştürülerek yapılmışlar. Buradan çok kısa bir yolculukla yine aynı bölgede son derece değişik bir yapıya geldik. Zindan adını verdikleri bu yapı, büyük bölümü yerin altında kalacak şekilde inşa edilmiş. Zeminden 50-60 basamakla aşağıya iniliyor. İçerisi karanlık ve serin, duvarlarında açık odacıklar ve sütunlar bulunan ve aşağıya inilen merdivenin yüksekliğindeki değişik bir mimariye sahip bu yapının zamanında depo/silo amaçlı kullanılmış olabileceği de söyleniyor.

Gerçekten de Mardin’de birlikte yaşayan Türkler, Süryaniler, Kürtler ve Araplar birbirlerinin dini inançlarına, gelenek ve göreneklerine son derece saygılılar, hatta ramazan, kurban ve paskalya bayramlarını da birlikte kutluyorlar.

İkinci günün akşamında Mardinli bir eczacı arkadaşımızın işlettiği eski Mardin evi dekore edilerek yapılmış çok hoş mekanında, yine sazlar ve türküler eşliğinde çok lezzetli yemekler yedik,halaylar çektik. Gündüz eczane, akşam lokanta işletmenin nasıl olduğunu sorduğumda, çok yorucu olduğunu söyledi ama anladığım kadarıyla ikisini de çok güzel idare ediyor. Eczacıların çoğunun ekonomik krizde olduğu böyle bir dönemde belki de bunun gibi ikinci bir iş yapılması gerekiyor.

Son günümüzün sabahı erkenden Midyat’a gitmek üzere yola çıktık. Ne pirinçten ne de bulgurdan olmamak için yolda giderken önce Mor Gabriel Manastırı’na uğradık.

Zaman kısıtlı, görmek istediğimiz yer çok olunca biraz uykumuzdan fedakarlık yapıp, son günümüzün sabahı erkenden Midyat’a gitmek üzere yola çıktık. Ne pirinçten ne de bulgurdan olmamak için yolda giderken önce Mor Gabriel Manastırı’na uğradık. Yukarıda bahsettiğim gibi oldukça geniş bir alana kurulmuş bu büyük manastır M.S.397 yılında yapılmış. Hemen önünde içi meyve ağaçlarıyla dolu büyük bir bahçesi var. Gerçi bu bahçe nedeniyle bölge halkıyla biraz sorun yaşamışlarama sonunda mahkeme kararıyla bahçe manastırın olmaya devam etmiş. Şahane bir manzara ve şahane bir mimariye sahip bu manastırda beni en çok etkileyen şey her yerin pırıl pırıl olmasıydı. Bahçenin en alt kısmındaki kapıdan girdiğiniz anda başlayan temizlik ve düzen, içerideki avluda, manastırın içinde ve tuvaletlerde devam ediyor. Süryani kilisesinin en önemli dini merkezlerinden biri olan ve kilise tarafından ikinci Kudüs olarak ilan edilen Mor Gabriel Manastırı aynı zamanda dünyanın en eski ve yaşayan manastırı olması nedeniyle her yıl dünyanın dört bir tarafından gelen ziyaretçilerle dolup taşıyormuş.

Midyat’a doğru yola devam ederken bence bu gezinin de, bu bölgenin de en özel yerine geldik. Bölge halkının Kaybolmakta Olan Kent olarak adlandırdığı Hasankeyf’ e geldik. Türkiye’de eşi benzeri olmayan böylesine muhteşem bir doğal güzellik nasıl sular altında bırakılmak istenir, aklım almıyor. İçinde Dicle nehrinin aktığı şahane bir kanyon, kayaların üzerinde kazı çalışmaları halen devam eden Kaya Kalesi, Roma döneminden kalma Büyük Saray, 700-800 yıllık camiler, Osmanlı döneminden kalma tarihi hamam ve karşıda Zeynel Bey Türbesi her biri ayrı bir özelikte olan bu yapılar, Türkiye’nin elektrik ihtiyacının %1’ini karşılamak üzere yapılacak olan barajın sularının altında kalacakmış. Halbuki bazı uzmanların dediğine göre barajın sadece 500 metre yukarıda yapılması halinde bu eşsiz yapılar kurtarılabilecekmiş.

Bunların içinde Zeynel Bey Türbesi Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın Otlukbeli Savaşında yaralanıp burada ölen oğlu Zeynel bey için yaptırılmış. Dıştan silindirik, içten sekizgen planlı olan yapının gövde yüzeyinde firuze ve lacivert renkli sırlı tuğla kaplamalarla mozaik çinilerden oluşan dekorasyonun yanı sıra Allah, Muhammed, Ali, Ahmet kelimeleri Arapça olarak yer almaktadır. Kumlu yapısından dolayı başka bir yere nakledilemeyeceği gibi suya dayanıklı da olmadığından barajın içinde ilk kaybolacak yapılardan biri.

Midyat, Abbasiler döneminde yapılmış mimariye sahip ve sit alanı ilan edilerek korumaya alınmış eski evlerden oluşuyor. Günümüzde bu yapılardan konak olanları bölgede çekilen dizi filmlerde kullanılıyor. Midyat aynı zamanda gümüşçülük üzerine de çok gelişmiş. Çeşit çeşit gümüş takıları görmek için yan yana sıralanmış çok sayıda gümüşçüyü geze geze bitiremiyorsunuz

Son olarak geldiğimiz yer Midyat, Abbasiler döneminde yapılmış mimariye sahip ve sit alanı ilan edilerek korumaya alınmış eski evlerden oluşuyor. Günümüzde bu yapılardan konak olanları bölgede çekilen dizi filmlerde kullanılıyor. Midyat aynı zamanda gümüşçülük üzerine de çok gelişmiş. Çeşit çeşit gümüş takıları görmek için yan yana sıralanmış çok sayıda gümüşçüyü geze geze bitiremiyorsunuz.

Ve Mardin’e dönerken hava iyice kararmıştı. Uzaktan Mardin ışıkları nasıl görünüyordu dersiniz? Tam bir gerdanlık şeklinde ışıl ışıl...